
Ateş kültü varlığını günümüze kadar sürdürmüş önemli ögelerden biridir. Çoğu Türk dönemlerinde ocak kültleri ile bağdaştırılmıştır ve aynı zamanda temel kaynağı Güneş olduğu için Güneş, şimşek ve yıldırım da ateşle
ilişkilendirilmiştir. Türk arkeolojisine bakıldığında ateş kültünün başlangıcı, Orta Asya’nın MÖ 3000 yıllarına kadar giden Ön Türk kültürlerine ulaşmaktadır. Bu kültürlerde, Hun çağında da zaman zaman görülen, ölülerin yakılıp küllerinin kurganlara konulması veya kurganlarla beraber yakılması ateş kültüne girmektedir. Çünkü ateş var ettiği gibi yok da
edebilir. Bu yüzden dünyadaki çoğu inanışta ateşi yaşam ve ölüm ile bağdaştırmak ortak görülen bir anlayıştır. Bahsedilen dönemlere ilişkin buluntuların ortaya çıktığı arkeolojik kazılara göre, ateşin böyle kullanılmasının bir sebebi de eski Türklerde ateşin temizleyici olduğuna inanılmasıdır. Pratik yanından bakıldığında ölülerin yakılmasının
hastalıkların yayılmasını engellemiş olduğu fark edilebilir. Kazılardan elde edilen veriler, ölülerin hastalık yaymasını engellemek ve bunun için de yakılmadan gömülen ölülerin yalıtım malzemesi ile veya dezenfekte edildikten sonra gömülmüş olduğunu ortaya koymaktadır. Bir yandan da ateşin temizlemesi, kötü ruhlardan arınmak anlamına gelmektedir. Tespit edilen bulgulara göre Tuva Türkleri her yılın sonbahar mevsiminde ateşi kutsadıkları ve taptıkları bir bayrama sahiplerdi. Diğer Türk toplulukları gibi ateşin temizleyici özelliğine önem gösteriyorlardı ve eğer bayramlarında ateşe tapınılmazsa felaket ve hastalıkların yaşanacağına inanıyorlardı.
Bazı Türk topluluklarında ateşin bir ruhu olduğuna inanılıyordu. Mesela Yakutlar ateşin, sadece konuşmayı henüz öğrenmemiş küçük çocuklar tarafından anlaşılan, beyaz sakallı ama dinç, konuşkan ve hareketli olan,
fısıldayarak konuşan bir ruh olduğuna inanmışlardır. Göktürklerde ateş-ocak kültünün beraber olduğu gözlemlenir ve ocağın sahibi küçük kardeş seçilirdi. Bunun sebebi küçük kardeşin ateşi yani soyu sonraki nesillere
taşımasıdır. Bundan dolayı küçük kardeşe ocak prensi/ateş prensi denildiği de olmuştur. Bilge Kağan’ın kardeşi Kül-Tigin’in isminin başındaki kül sözcüğünün de buna bağlı olduğu birçok kişi tarafından düşünülmektedir.
Bir açıdan da ocak, evliliği ve aileyi simgelemektedir. Aile de vatanın en temel taşı ve geleceğidir. Dünyadaki diğer ülkelerde de ateş kültü önem taşımaktaydı fakat Türklerde bu önem inanç ve mitolojik anlamda daha yoğun bir şekilde bulunmaktaydı. Arkeolojik kazılarda insanların evlerinde ocak bölümüne fazlasıyla önem verildiği görülmüştür. Türkler yaşam tarzlarından kaynaklı olarak sökülüp taşınabilen, günümüzde yurt ve öy/üy denilen çadırlarla inşa edilmiş evler kullanmışlardı. Bu evlerde ateşin yandığı, yemek pişirilen ve ısınmak için kullanılan ocağın yeri özeldi ve ocak çadırın merkezini temsil ediyordu. Son olarak Türk topluluklarında ateşin nasıl bulunduğuna dair anlatılan mitlerinden bir tanesi, Çin hanedan tarihlerinde Göktürk atalarından bahseden kayıtlarda görülmektedir. Göktürk atalarından biri, ateşi yakmayı ilk keşfeden insan olarak ifade edilmiştir. Aralarında bir ilişki bulunmamasına rağmen bu olay, Yunan mitolojisinde Promethues’un ateşi çalarak insanlara verdiği miti hatırlatmaktadır.
Hazırlayan: Iraz Maya Aksan